Zaman kimine göre zehir, kimine göre ilaç… Bitti denilen yerden başlayan, en beklenmedik anlarda sonu yaşatandır. Bazen son, bazen başlangıçtır. Bazısına sunulan kucak dolusu sürprizken, bazısına yürek eriten gözyaşıdır. Her canlı senaryosunu hamurunda barındırır. Yaşamı pamuk ipliğine bağlıyken, ölümsüzmüşçesine zamanı harcar. Başka katliamları timsah gözyaşlarıyla seyre dalarken, gün gelir menfaati uğruna başka canların sonu olur gözünü kırpmadan. Bu acımasız senaryo aslında hayatın ta kendisidir.
4.54 milyar yıl (4,54×109yıl) yaşındaki gezegenimiz sayısız türün yaşam döngüsüne ev sahipliği yapmıştır. Masallarda okuduğumuz mamutlar, dinozorlar, ilkel canlılar tarihten sayfalardır aslında. İklim değişiklikleri, kozmik çarpışmalar, depremler, seller, afetler nesillerin sonunu getirirken farklı medeniyetlerin yaşam döngüsüne kapılarını açmıştır.
Günümüzde insanoğlu Covid 19 virüsüne karşın mücadele verirken, Covid19 virüsü de insanlığa karşı çetin bir mücadele vermektedir. Yapısı itibariyle virüsler canlılık faaliyetlerini sürdürebilmek için canlı bir hücreye (konakçıya) ihtiyaç duyar. Yani virüslerin canlılığı için başka canlıların varlığı şarttır. Diğer yandan bakteri adı verilen mikroorganizmalar (çıplak gözle görülemeyecek, mikroskop aracılığıyla görülebilen küçüklükteki organizmalar) çok çeşitlilik göstermekle birlikte tek başlarına veya başka organizmalarla birlikte yaşam döngülerine devam edebilmekteler. Mikroorganizmalar ekmek, yoğurt, peynir, sirke gibi çeşitli gıdaların üretimi, vücut direnci gibi hayati fonksiyonlarının devamı, çöplerin yapı taşlarına dönüştürülmesi gibi faydalı birçok aktivite sergilerken çeşitli hastalıkların kaynağı olarak da karşımıza çıkabilirler. İnsanoğlu zararlı grupta tanımladığı virüs, bakteri gibi mikroorganizmalara karşı aşılar, antibiyotikler geliştirmek ve neden olacakları zararlı aktivitelerin önüne geçmek için tüm teknolojik imkanları zorlamaktadır. Mikroorganizmalar da yaşamlarına devam etmek üzere çeşitli değişimler (mutasyon) geçirmekte veya şartlar elverişli hal alana kadar uyku modunda varlığını sürdürmektedir. Tıpkı buzullar arasında uyanmayı bekleyen organizmalar gibi…
İklim değişikliği nedeniyle buzullar ve donmuş topraklar erimeye başlamıştır. Normal şartlarda yaz dönemlerinde donmuş toprakların 50 cm lik kısmı çözülmektedir. Ancak küresel ısınma nedeniyle çözülen katman hızla ve fazlaca çözülmeye başlamıştır. Salgın hastalıklar nedeniyle ölen insan ve hayvan cesetleri toprak altında çürümüş olsa da donmuş topraklar soğuk, karanlık ve oksijensiz olması nedeniyle virüs ve bakterilerin milyonlarca yıl canlı kalabileceği kusursuz bir ortam oluşturabilmekte.
Sibirya Yamal Yarımadasında Ağustos 2016’da 12 yaşında bir çocuk şarbondan hayatını kaybetmiştir. Yapılan araştırmalar neticesinde vakanın bölgede 75 yıl önce şarbondan ölen geyik cesedinin eriyen buzullar nedeniyle yüzeye çıkması ve bölgedeki su ve toprağa bulaşmasına bağlanmıştır. Nitekim bölgedeki iki bin geyikte şarbon görülmüştür. Benzer şekilde 20.yüzyılda bir milyondan fazla geyik şarbon nedeniyle ölmüş, Rusya kuzeyinde 7 bin toplu yüzeye yakın gömüt bulunmuştur. Diğer bölgelere göre üç kat daha hızlı eriyen Kuzey Kutup Dairesi’ndeki Alaska tundralarında 1918 yılında tüm dünyayı etkisi altına alan İspanyol gribi virüs kalıntılarına rastlanmıştır. Veba ve çiçek virüslerinin Sibirya bölgesindeki topraklarda gömülü olma ihtimalinden söz edilmektedir. 1890 yılında Sibirya’daki çiçek salgını nedeniyle bölge nüfusunun %40’ı hayatını kaybetmiştir. 1990’larda yapılan araştırmalarda ise Taş Devri’nden kalma insan kalıntılarında çiçek hastalığına özgü yaralar ve virüsün DNA kalıntılarına rastlanmıştır.
Mamutlar döneminde donmuş bakteri üzerinde NASA tarafından çalışılmalar yapılmış ve bakteri tekrar canlandırılabilmiştir. Ancak her bakteri kalıntısının çözülmesi durumunda canlanmasından söz etmek mümkün değildir. Örneğin şarbona neden olan bakteriler spor adı verilen yapılar üretmektedir. Bu sporlar hasar görmeden yüzyıllar boyunca donmuş halde durabilmekte ve uygun şartlara kavuşunca canlılığını koruyabilmektedir. Benzer özellik gösteren tetanoz gibi türler de mevcuttur.
Kuzey Buz Denizi’nde buzların erimesiyle başlatılan maden ve mineral arama çalışmaları, petrol ve doğalgaz sondaj çalışmaları kaynaklı bölgedeki donmuş mikroorganizmaların aramıza dönmesi de mümkün gözükmektedir. Diğer yandan Meksika’daki bir madenden elde edilen kristaller içerisinde NASA 10-50 bin yıllık mikroorganizmalara rastladığını bildirmiştir. New Mexico Eyalati’nde bir mağarada 4milyon yıllık bir bakterinin 300 mt derinlikte bulunduğunun altı çizilmiştir.
Yapılan çalışmalar neticesinde eski dönemlere ait bazı bakteri ve virüslerin birçok antibiyotiğe dirençli olduğu saptanmıştır. Bu türlerin başka türlerle rekabet etme amaçlı mutasyon geçirmiş olduğu da ihtimaller arasında.
Uzmanlar iklim değişikliği kaynaklı ilk insanlara ait virüslerin, hatta nesli tükenmiş Neanderthal ve Denisovan gibi insan türlerinin taşıdıkları hastalık virüslerinin tekrar gündeme gelmesinden endişe etmekte.
Bahsedildiği gibi buzullardaki virüsler bizi özlemiş, aramıza dönmek için atacağımız kontrolsüz adımları heyecanla beklemektedir.